Rekabet hukuku ile doğrudan yabancı yatırımlar (foreign direct investment– “FDI”) arasındaki ilişki, rekabet hukuku alanındaki akademisyen ya da uygulayıcıların üzerine fazla eğilmedikleri bir alan. Genel bir yaklaşımla, rekabet hukukunun, piyasalarda sağladığı adil rekabet ortamı ile, ülkeye giriş yapan doğrudan yatırımları arttırdığı kabul ediliyor. Ancak, bu ilişkinin her zaman bu şekilde doğrusal seyredeceğini iddia etmek güç. Aksine, özellikle günümüzün artan korumacı politikalarının bu ilişkiyi oldukça karmaşık bir hale getirdiğini söylemek mümkün. Son dönemde Trump, Kanada ve Çin arasındaki tarife savaşları ile sembolleşen korumacılık günümüzde tüm dünyaya yayılmış durumda, bu yayılımın da rekabet hukuku politikasının bu yönüyle de incelenmesine yol açacağı ortada. Mariotti, “Competition Policy in the New Wave of Global Protectionism: Prospects for Preserving an FDI-Friendly Institutional Environment” başlıklı makalesinde[1], rekabet hukuku ile doğrudan yatırımlar arasındaki ilişkiyi korumacılık bağlamında ele alıyor. Korumacılık, rekabet hukuku ve doğrudan yatırımlar arasındaki etkileşimin önümüzdeki dönemde daha da önem kazanacağı öngörülürken, biz de bu yazıyla Mariotti’nin yaklaşımından ilham alarak bu alandaki tartışmalara katkı sunmayı amaçlıyoruz.
Rekabet Politikası ve Doğrudan Yatırımlar Arasındaki İki Yönlü İlişki
Rekabet politikası ile doğrudan yatırımlar arasında temel olarak doğrusal bir ilişki olduğu varsayılıyor. Rekabet hukukunun, yerli ve yabancı yatırımcılar için eşit şartlar yaratarak doğrudan yatırımları ülkeye çektiği kabul ediliyor. Söz konusu adil rekabet ortamının sağlanabilmesi için rekabet otoriteleri tüm dünyada çoğunlukla düzenleyici kurumlar olarak kurgulanıyor. Her ne kadar, siyaseten bağımsız olabilmek amacıyla alışılagelen idare sistemi dışında tasarlansalar da rekabet otoriteleri de dahi olmak üzere tüm düzenleyici kurumlar bakımından capture önemli bir risk unsuru olarak ortaya çıkıyor. Capture, Türkçeye çeşitli şekillerde çevrilebiliyor, en sık kullanılan çeviri ise düzenleme tuzağı. Düzenleme tuzağı olarak düzenleyici kurumların zamanla kamu yararını gözetmekten uzaklaşıp, düzenledikleri sektörlerin ya da güçlü özel çıkar gruplarının etkisi altına girmesini ifade ediyor ve bu konu hakkında geniş bir literatür bulunuyor[2].
Düzenleme tuzağı, düzenleyici kurumların, kamu yararı yerine, çeşitli çıkar gruplarının ya da bürokrasinin yararına hizmet edilmesine neden olabiliyor. Mariotti[3] ise, bu durumu rekabet politikası bakımından rekabet hukukunun kötüye kullanılması olarak tanımlıyor. Yine Amerika’da son yıllarda ön plana çıkan Neo Brandeisyen akım ya da popülist antitrust da bu kapsamda ele alınabiliyor. Neo Brandeisyen akım, tüketici refahı standardından uzaklaşarak kamu yararı standardının kabul edilmesini ve bu çerçevede, küçük işletmelerin korunması ve “büyük kötüdür” yaklaşımının benimsenmesi anlamına geliyor. Son dönemde biz de yazılarımızda bu kavramı sıklıkla ele alıyoruz[4].
Amerika’daki Biden yönetiminin bu akımın sıkı bir temsilcisi olduğunu ileri sürmek mümkün. Yine, son dönemde Çin’in rekabet hukukunu, stratejik bir araç olarak kullanıldığı sıklıkla dile getiriliyor[5]. Rekabet hukukunun bu şekilde uygulanması ise uluslararası yatırımcılar bakımından belirsizliği arttırırken onları daha temkinli davranmaya itiyor.
Küresel Korumacılığın Yükselişi
Düzenleme tuzağı ya da rekabet hukukunun kötüye kullanılması riski, korumacılığın giderek daha fazla ülke tarafından benimsenmesi ile daha belirgin hale geliyor.
Korumacılığın, sınırlanmamış bir serbest ticaretin ekonomiler üzerinde yaratacağı olumsuzlukları gidermek bakımından bir ölçüye kadar gerekli olduğu savunuluyor. Buna karşın 2008 krizi sonrasında bu korumacılık eğilimi ve yöntemleri alışılan ölçüyü aşmaya başlıyor. Mariotti’ye göre küresel korumacılık pek çok ülkede popülist politikalar ile ele ele yükseliyor[6]. Global Trade Alert (GTA) veri tabanına dayanan raporlar, 2008’den bu yana dünya çapında alınan korumacı ve ayrımcı önlemlerin hızla arttığını gösteriyor. Küresel korumacılık ile ilişkili bir diğer konu ise “tekno-milliyetçiliğin” yükselişi. Teknolojik birikimin ülke içinde kalması gerektiğini savunan bu akım ise, ulusal güvenlik kaygısı ile iç içe geçen stratejik sektörlerin korunması politikalarını benimsiyor. Bu ise, doğrudan yabancı yatırımların düzenleyici otoritelerin sıkı denetimine tabi olmasına yol açıyor.
Rekabet Politikasının Korumacı Bir Araç Olarak Kullanılması
Rekabet politikası ise, tam da bu noktada korumacı bir araç olarak kullanılmaya elverişli olan özellikleri ile ön plana çıkıyor. Aslında, doğrudan yatırımları caydırmak amacıyla kullanılabilecek olan para politikası, iş gücü düzenlemeleri gibi pek çok devlet müdahale aracı mevcut. Ancak bunların eş güdümlü uygulanması halinde etkileri katlanıyor. Rekabet politikası ise diğer düzenleyici kurumların aksine her sektöre uygulanması ve kurallardan ziyade standartlar üzerinden hareket etmesinin getirdiği esneklik ile doğrudan yatırımların denetlenmesi konusunda önemli bir politika bileşeni olarak ortaya çıkıyor. Bu esneklik, yabancı şirketlere yönelik ayrımcı uygulamaların kolaylıkla gerçekleştirilmesini mümkün kılıyor.
Her ne kadar OECD ya da ICN gibi uluslararası kuruluşların yayımladığı best practice önerileri [7]bulunsa da rekabet politikası büyük ölçüde ulusal kalıyor. Dahası, rekabet hukukunu uygulamak için güçlü uluslarüstü organların bulunmaması, ülkelerin ticaret anlaşmaları ve WTO gibi kurumlar tarafından uygulanan kısıtlamaları aşmasına olanak tanıyor. Ulusal rekabet otoriteleri (NCA’ler), bu anlamda korumacı politikaların bir aracı olarak kullanılabilecek potansiyele sahip olsa da, aslında doğaları gereği tam tersi bir rol üstlenmeleri beklenir. Zira bu kurumların temel işlevi, piyasalarda rekabetin tesisi ve korunmasıdır. Bu çerçevede, aslında, ulusal ya da sektörel çıkar grupları karşısında rekabet savunuculuğu görevini üstlenmeleri gerekir. Nitekim rekabet otoritelerinin, bir yandan dışlayıcı kötüye kullanma vakaları, rakipleri hedef alan boykotlar ya da piyasalardaki aktör sayısını azaltan birleşmelere karşı aktif mücadelesi ile pazardaki oyuncu sayısını doğrudan azaltan korumacı politikalar esasında birbirine tezat etkiler yaratıyor.
Yabancı Yatırım Dostu Öneriler
Mariotti[8], bu eğilimleri yabancı yatırımlar bakımından oldukça tehlikeli buluyor ve bu eğilimlere karşı koymak ve yabancı yatırımları destekleyen bir ortamı korumak için çeşitli önerilerde bulunuyor. İlk olarak, küresel korumacılık ikliminin soğuması gerektiğini belirtiyor. İkinci önemli adım ise, ulusal düzenleyici kurumların güçlendirilmesi ve düzenleme tuzağından korunmalarını sağlayacak reformların gerçekleştirilmesi. Rekabet politikası özelinde ise, kabul edilen tüketici refahı standardı dışındaki tüm amaçların terk edilmesini öneriyor.
Ayrıca, bu önlemlerin tek bir ülkede gerçekleşmesinin bir anlamı olmayacağını da kabul ediyor. Zira, bu önlemlerin başarısının tüm ülkelerde simetrik bir biçimde uygulanmasına bağlı olduğunu belirtiyor. Bunu sağlamak için ideal olanın ise global olarak bağlayıcı kurallar koyabilen rekabet hukuku alanında uluslar üstü bir yargısal bir otoritenin kurulması olduğunu savunuyor. Ancak bu önerinin gerçekçi olmadığının kendisi de farkında. Bir alt çözüm olarak, artan bölgesel ticaret anlaşmalarının ve bu anlaşmalarda yer alacak rekabet hukukuna dair bölümlerin yabancı yatırımların teşvik edilmesine yardımcı olacağını belirtiyor. Son olarak ise rekabet hukuku ile doğrudan yatırımlar arasındaki ilişkiyi ele alan daha fazla çalışmanın bu alana katkı sağlayacağını ifade ediyor.
[1] Mariotti, S. (2023). Competition policy in the new wave of global protectionism. Prospects for preserving a fdi-friendly institutional environment. Journal of Industrial and Business Economics, 50, 227-241. https://doi.org/10.1007/s40812-023-00263-3.
[2] Stigler, G. J. (1971). The Theory of Economic Regulation. The Bell Journal of Economics and Management Science, 2(1), 3–21.; Peltzman, S. (1989). The Economic Theory of Regulation after a Decade of Deregulation. Brookings Papers on Economic Activity: Microeconomics, 1989, 1–59; Baldwin, R., Cave, M., & Lodge, M. (2011). Understanding Regulation: Theory, Strategy, and Practice (2nd ed.). Oxford University Press; Ardıyok, Ş. (2019). Regülasyon hukuku (1. baskı). İstanbul: On İki Levha Yayınları.
[3] Mariotti, S. (2023). Competition policy in the new wave of global protectionism. Prospects for preserving a fdi-friendly institutional environment. Journal of Industrial and Business Economics, 50, 227-241. https://doi.org/10.1007/s40812-023-00263-3.
[4] Bakınız: Rekabet Hukuku Uygulamalarında Popülizm – İyi mi, kötü mü? – Rekabet ve Regülasyon, Türkiye’de Dijital Pazarların Regülasyonunda “Neoklasik Ekonomi Düşüncesinden Epistemolojik Bir Kopuş” Mu Gerçekleşiyor? – Rekabet ve Regülasyon, “Yeni E-Ticaret Kanunundaki Neo-Brandezyen İzler” – Emin Köksal ve Aslı Ak, Bilgi Üniversitesi Rekabet Hukuku Seminerlerinde Anlatıyor – Rekabet ve Regülasyon.
[5] Zhang, A. (2021). Chinese antitrust exceptionalism: How the rise of China challenges global regulation. Oxford University Press.
[6] Mariotti, S. (2023). Competition policy in the new wave of global protectionism. Prospects for preserving a fdi-friendly institutional environment. Journal of Industrial and Business Economics, 50, 227-241. https://doi.org/10.1007/s40812-023-00263-3, s. 232.
[7] OECD Best Practice Principles for Regulatory Policy, OECD Publishing. https://www.oecd.org/en/publications/oecd-best-practice-principles-for-regulatory-policy_23116013.html, OECD Roundtables on Competition Policy Papers, OECD Publishing, https://www.oecd.org/en/publications/oecd-roundtables-on-competition-policy-papers_20758677.html ve
https://legalinstruments.oecd.org/en/instruments?mode=advanced&committeeIds=1673&statusIds=1&dateType=adoption; https://www.internationalcompetitionnetwork.org/working-groups/icn-operations/icn-recs/
[8] Mariotti, S. (2023). Competition policy in the new wave of global protectionism. Prospects for preserving a fdi-friendly institutional environment. Journal of Industrial and Business Economics, 50, 227-241. https://doi.org/10.1007/s40812-023-00263-3, s. 236.